Suya yazılan yazı…
Kimse yoktur ki, “ah şimdiki aklım olsa…” diye başlayan cümle kurarak geçmişte yaptığı hata ve yanlışlardan dolayı pişmanlığını ifade etmesin. Çünkü herkesin geriye dönüp baktığında “keşke!” diyebileceği pişmanlıkları vardır.
Aslında normaldir de. Zira yaşanan olaylar ve tanınan insanlar hep bir tecrübe olarak hayatımızda iz bırakırlar. Kimi hoşnutlukla anılan kimi de pişmanlıkla…
“Ah şimdiki aklım olsa…” hayıflanmasının aslında boş bir sızlanmadan ibaret olduğunu biliriz. Çünkü çok bilinen bir sözde de ifade edildiği gibi, “Bugünkü aklım olsaydı, dün yaptıklarımı yapmazdım. Ama dün yaptıklarımı yapmasaydım, bugünkü aklım olmazdı.” Bugünkü birikim ve tecrübelerimiz, bugüne kadar yaşadıklarımızın bir sonucudur çünkü.
Bergman’ın “Yaşlanmak, bir dağa tırmanmaya benzer. Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır. Ama görüş açınız genişler…” sözünde de anlatılmak istendiği gibi, zaman içerisinde yol aldıkça öğreniriz, bilgilenir ve tecrübe sahibi oluruz. Dağın eteklerinde iken göremediğimiz şeyleri yukarıya tırmandıkça görürüz. Tırmandığımız yerdeki aklımız tırmanmaya başladığımız yerde iken olsa, belki çıkış yerimizi, rotamızı, hızımızı, malzememizi ve hedefimiz ona göre belirlerdik. Ama artık çok geçtir ve geriye dönüş yoktur. Geriye bakarak hayıflanmanın, pişmanlık yaşamanın da telafi imkânı olanların dışında faydası yoktur.
İşte bu süreçte birçok şeyler öğreniriz.
Mesela, hesap yapan kişilerin dostlarının olmadığını ve sadece hesaplarına uyan tanıdıklarının olduğunu öğreniriz.
Çıkarları konuştuğunda vicdanları susanlardan, kendilerine uygun olmayan işlere uyabilmek için hem içindeki insani duyguları hem de insanları harcayanları öğreniriz. Diliyle âlim ama kalbiyle ve kalıbıyla cahil olanları tanırız.
Doğru olana inanarak doğru olamayacağımızı, ancak doğru işler yaparak doğru olabileceğimizi anlarız.
Herkesin aynı kelimeleri, aynı sözcükleri kullandığı halde çok azının birbirini anladığını, bunun nedeninin de sözcükler aynı olsa da onlara yüklenen anlamların farklı olduğunu fark edersiniz.
İnsanların “adam olmak” derken; çoğu zaman maddiyatın, makam veya gücün adam ettikleri kişileri kastettiklerini anlarsın. Başkalarına hiçbir şey bırakmadan her şeyi bildiğini sananları tanır ve kimi insanların kendi günahlarının avukatı; başkalarının vebal, hata ve yanlışlarının savcısı olduğunu öğrenirsin. Aynı zamanda eksikliklerini, yetersizliklerini ve günahlarını kibirle örtmeye alışmış zekâların (!) nezdinde suçlunun hep başkalarının olduğunu da öğrenirsin.
Yaşadığın tecrübelerin öğrettiği şeylerden biri de yanlış insanlarla doğru bir iş yapmanın mümkün olmadığıdır. Tıpkı yanlış trene bindikten sonra koridorda ters yöne koşmanın bir faydasının olamayacağı gibi.
Güç ile hakkı gasp etmenin de hakkı teslim etmenin de mümkün olabileceğini ve esas meselenin güce yön veren insana yön vermenin olduğunu da anlarsın. Tecrübelerin neticesinde, sular yükselince balıkların karıncaları, çekilince ise karıncaların balıkları yediğini, kimin kimi yiyeceğini ise suyun yüksekliğinin belirlediğini öğrenirsin.
Ve bir zaman sonra bakarsın ki bunca zaman söylenen şeylerin çoğu suya yazılan yazı olmaktan öteye gidememiş…
Share this content:
Yorum gönder